Yazılan ve konuşulanların anlaşılamamasında pek çok sebepler olabilir. “Kavrama”yı inceleyen (kognitif) psikolojide yapılan araştırmalara göre idrak; metnin yapısının, sosyal bağlamın ve özellikle muhatabın bilgi, uzmanlık tecrübe, merak,motivasyon gibi özelliklerinin bir fonksiyonudur.. Meselâ, dergi okurlarından gelen tepkilere göre teorik fizik, tıp, zooloji, genetik gibi uzmanlık gerektiren sahalarda, “anlama” nisbetinde bir düşüş tesbit etmek mümkündür. Halbuki aynı şey içtimaî ve edebî yazılar için geçerli değildir. Dergi okurlarının orta okul öğrencilerinden profesörlere kadar geniş bir yelpazeyi kapladığı göz önünde tutulursa, bu farklılığın gayet normal olduğu görülecektir. Zira muhatap kitlenin büyük bir kısmının genel dünya bilgisi, uzmanlık gerektiren sahaların terminolojisini kolaylıkla anlayabilecek seviyede değildir. Bu kitlenin çoğunluğu, ancak “somut” beyanları, yani benzetmeler, mecazlar, anekdotlar ve müşahhas misellerle süslü metinleri kolayca idrak edebilir. O hâlde uzman müellifler, ihtisas sahalarının soyutluluğunu somutlaştırıp, ünsiyet peyda edilen örneklerle meseleri tasvir edip, ağır terimleri izahlarla hafifleştirip teliflerini genel okuyucu seviyesine indirmelidirler ki, genele, en azından geniş kitlelere hitap edebilsinler. Tabiî bu da onların ilmî donanımlarına, vukufiyetlerine, pedagojik istidatlarına maksatlarına, üslûp ve beyan kabiliyetlerine bağlıdır. Buna bağlı olarak, zooloji ve genetikte bile açık ve akıcı, edebiyat ve tarihte bile muğlak ve yorucu yazılar yazılabilmektedir.
Tecrübeli öğretmenler, öğrencilerinin bir metni anlayıp anlamadıklarını hemen fark ederler, zira metni idrak eden öğrencilerin, genellikle muhtevayla ilgili soruları cevaplandırabildiklerini, kendi ifadeleriyle metni yeniden telif edip özetleyebildiklerini bilmektedirler. Ezoterik (kişinin iç idünyasına yönelik, enfüsi) metinleri, açık bir üslûp ve anlaşılır bir dille kaleme alınmış ve müşahhas mevzuları işleyen yazılardan ayıran en önemli özellik, bu metinlerin rahatlıkla tekrar ifade edilip özetlenememesidir. Yani bu metinlerde geçen olaylar, şahıslar, durumlar ve nesnelere ait zihinde oluşan temsilin, “ne hakkında” olduğuna kolay kolay karar verilemektedir. Buna karşılık, metinle ilgili açık bir zihnî model inşa edildikten sonra, mânâ ve mesajları, şahsî tabirlerle beyan ve hülasa etmek hiç de zor olmamaktadır.
Bunun dışında piyasaya, binlerce kişiye ulaşan menkıbevâri eserler olduğu gibi, birkaç yüz entellektüelin birbirleriyle mektuplaşır gibi neşrettikleri yayınlar da mevcuttur. Asıl mesele “anlaşılmazcılık” temsilcisi olup küçük bir kliğe hitap etme değil, muhtevadan taviz vermeden olabildiğince geniş bir kitleyle sohbet etmektir. Tabiî bu hiç de kolay değildir. ‘Felsefe’ yapmadan, meseleleri özet hâlinde damıtarak sunmak, vukûf gerektirir. Sahasına vâkıf müelliflerin eserleri anlaşılamama talihsizliğine uğruyorsa, bu daha çok muhatapların performanslarından kaynaklanmaktadır. Yazarın “tenezzül” etmesi gerekliyse, okurun da en az o kadar “terakki” etmesi gereklidir.
Her bir ihtisas ehli, kendi sahasında, hür düşünce, başarılı bir sentez kabiliyeti ve engin bir kritik anlayışla, malumu îlam (bileneni takrar belirtmek) etme sıkıntısı çekmeden, derin eserler verme imkânını elde edinceye ve okuyucusu da seviyesini yükseltinceye dek “anlaşılmazlık” problemi, gündemde kalacağa benzemektedir.
Kaynak:
“Esoteric Discourse Analysis”, Teun A. van Dijk; Discourse and Society Cilt 6 (1). 1995, ss. 5-6.