Bildiğiniz gibi kavramlar , düşünme ve bilinçlenmemizin gerekli araçlarıdır.
Her dünya görüşü bir kavramlar dizgesidir. Ve kendi kavramlarını açık seçik tanımlamak ve aydınlığa kavuşturmak onun görevidir. Kavramlar, somut yaşam gerçekliklerinden bilincimize yansıyarak oluştukları için, tıpkı yaşam gibi kesin, durağan ve saltık olamazlar. Daima gelişir ve yenilenirler.
Her kavram bir sorun olarak ele alınmalıdır. Sözlükteki tanımını öğrenip, ondan kurtulmak yerine, onu somut insan yaşamında ortaya çıkan ve tarih sürecinde yaşayarak değişip gelişen bir bilinç varlığı olarak ele almak gerekir.
Kuşkusuz bir kavramı yalnızca tanımak yeterli olamaz. Onu eylemlerimize yansıtarak diriltmeli ve ona yaşam vermeliyiz. Şimdi bu ön açıklama ışığında ilgili kavramlarımızı kısaca tanıyalım; Önce “anlayış” kavramını ele almak istiyorum.Bu kavramın “anlama” kavramıyla yakın ilişkisinden dolayı, onunla birlikte gözden geçirilmesinde yarar var.
Anlama: Bir nesneyi, olayı ya da olguyu yalnızca biçimsel değil, tüm içerikleri ve ilişkileriyle bir bağlam bütünü olarak kavramak; bir başka deyişle nesne, olay ve olguların dış görüngüleriyle yetinmeyip, bu görüngülerin ardında yatan gerçeğe, gözlem, deney ve uslamlama yöntemlerinin yardımı ile ulaşmak diye tanımlanabilir.
Buna bağlı olarak “anlayışlı olmak”; Anlama kavramının gerektirdiği gibi davranmak yanında, toplumsal ilişkilerde hoşgörülü olmayı da içerir. Anlayışlı olabilmek için ise, cehalet, bağnazlık ve dar görüşlülükten, doğru bilgi ile aydınlanarak kurtulup, toplumsal ilişkileri dürüstlük, saygı ve sevgi ile kurmak gerekir.
İkinci olarak insanlık tarihinin uğrunda çok çile çektiği ve savaşım verdiği “özgürlük” kavramına kısaca göz atalım.
Doğada, çevresine uymak yanında onu değiştirip kendi için kılmak yalnızca insanın işidir. Ve bunu Us’unun yardımıyla gerçekleştirir. Nesnel araç ve gereçler yaparak doğayı değiştirdiği gibi, kavramlar üreterek, bilincini ve ilişkide olduğu diğer insanları da değiştirip geliştirebilir. Bu durum, varlıklar içinde yalnızca insanın ayrıcalığıdır. Özgürleşmesinin yoludur.
Özgürlük: Latince’de Libertus,Fransızca’da Liberte ve İngilizce’de Liberty ya da Freedom diye adlandırılır. Her kavram, bağlamında ve bir dizge içinde anlam kazandığından, biz özgürlük kavramını, çağdaş yapısı içinde, zorunluluk ve baskı karşıtları ile ilişkisinde ele almakla yetineceğiz.
Özgürlük de diğer kavramlar gibi somut yaşam tarihi sürecinde oluşmuş ve gelişmiş bir kavramdır.
Doğa ve doğa olayları karşısında özgürlük dendiğinde; zorunluluk alanı olan doğayı aşmak için, doğa yasalarının bilimsel olarak bilincine varıp ona egemen olmayı anlamalıyız.
İkincil olarak, töre, inanç, gelenek, alışkanlıklar ve bu gibi toplumsal kültürün yanında cehalet ve bağnazlığın baskısı karşısında özgürlük dendiğinde; kişi ve toplumu belirleyen bilimsel yasaların bilincine varmak ve o yönde eylemde bulunmak anlaşılmalıdır.
Yinelersek, özgürlük, zorunluluğa karşı koymayı değil, zorunluluğa egemen olmayı gerektirir. Bu egemenlik ise, doğanın ve toplumun nesnel yasalarının bilincine varmayı, onları gereği gibi tanıyıp denetleyebilmeyi ve böylelikle onlardan yararlanabilmeyi dile getirir.Özgürlükler sınırsız olamazlar. Her insanın özgürlüğü, toplumsal yaşam gereği, bir diğer insanın özgürlüğüyle sınırlıdır.
İnsan toplumsal bir varlıktır.. Bu yüzden toplum içinde, topluma rağmen, yalnızca bilinçte özgürlüğe kavuşabilse bile, bu yeterli değildir. Eylem ve düşüncelerini, toplumsal ilişkilerine yansıtmak zorundadır.İşte, zor olan ve çaba isteyen de budur.
Yani insan özgürlüğü, ancak özgür bir toplumda gerçekleşebilir. İşte böyle bir sorumluluk bilincine gelen her kişinin önde gelen görevi; özgürlükler için yılmak bilmeyen gayretle hizmet etmektir. Artık çağımızda, özgürlükleri zor ve kaba güç kullanarak değil, aydınlatma hizmetleri ile insanlara kazandırmak uygarlığın gereği olmuştur.