Dünya, insan, saçma, doğa, başkaldırı, yaşam, anne, adalet ve ölüm .Sadece insanla varolan dünyanın üzerinde yaşam savaşı veren insanın gücü ve güçsüzlüğü…saçmalığı ve başkaldırışı …
Akılla biçimlendirilmeye çalışılan ama duyguların asla yadsınamayacağı gerçeğiyle yüzyüze kalan bir ahlak .
Bireyin kendi gücünü, mutluluğunu yaşadığı toplumun sorunlarının koşutluğu içinde sımsıkı yaşarken ötesi düşünülemeyen ve bilinemeyen bir öte dünyaya göçüş süreci . Bu süreci yaşarken özgürlüğün, adaletin dayanağı olan tek kavram ve yaşam : SEVGİ . Hiçbir beklentisi olmayan sadece şefkatle sarıp sarmalanmış bir sevgi . Ve bu sevgi içinde ‘sahip olma’yı barındırmayan bir sevgi, ki o bir sevgi olabilsin . Aksi halde ‘sevgi’ sevileni kısırlaştırarak ‘sevgi’ye ihanet etmiş olmakta …
Öncelik denizi sevmekte çünkü o özgürlük . Güneş çünkü o ölüm . Anne çünkü o yaşamın ta kendisi .
Dünyaya bağlılık, ‘insan’la varolan dünyaya hayır derken evet diyen ve sadece başkaldırmayı özgürlük sayan ve var olmasının koşulu sayan insan , ve bilinmezi sınırlı aklıyla arayan, sorgulayan ve saçmalayan insan ….
Sorun , insan ve yaşam . İçinde yaşadığı koşulların kendisini biçimlemesine izin veren ve kadere teslim olan insan, gün geliyor isyan ediyor . İnsan, yadsımayla isyan etmenin kolaylığı içinde aslında bir açmazın içine düşüyor ve düşünce de çığlık çığlığa sığınacak, tutunacak bir dal bulmaya çabalıyor . Çünkü bu insanın özü .
İnsan sevmek ve sevilmek istiyor . Adalet istiyor. Özgürlük istiyor ve insan yapayalnızlığı ile yüzyüze geliyor .
Yalnızlığının içinde yok olmaktan korkan insan, kendine değerler yaratmak zorunda kalıyor ve bir gün bu değerlerin esiri oluyor. Sonra da kendi kendisinin kuşattığı değerlerine isyan ederek özgürlük çığırtkanlığına başlıyor ama insan yalnızlığı hiç mi hiç sevmiyor .
Yaşadığı toplumun değerleriyle barışık yaşamanın bir düzen , bir huzur getirmesine karşın, içinde ruhunda kopan fırtınalara da dur demekte zorlanıyor ve insan bir saçma’nın ortasında buluyor kendini .
Herşey yolunda giderken birdenbire bir sorunla karşılaşınca -veba- sorunsuzluğunun sorun olduğunun ayırdına varıp, yaşama sevincinin değerinin ne olduğunu anlıyor ve yaşama ‘merhaba’ diyerek üretmeye başlıyor .
İnsan dünya nimetlerinin içine gark olduğu anda, yoksulluğunun aslında ne büyük bir zenginlik olduğunu anladığında, geriye dönüşü olmayan bir savaşın içinde buluyor kendini .
Özünü , var-olmanın koşulunu unutan insana yaşamı anımsatan savaşlar, politikacıların elinde bir oyuna dönüşüyor ve bir sürü insan ziyan olup gidiyor . Tüm bunlar olup biterken de kahramanlar doğuyor dünyamıza . Oysa , kahramanlık nerede başlıyor, nerede bitiyor ? Bu da o denli önemli mi yaşam ile ölüm arasındaki süreci tamamlarken?
Yok olmanın, ölmenin kolaylığı yanında yaşamanın gücü yeğlenmelidir, herşeye rağmen …….
Bilemediğimiz fizikötesi sorularla -bir rezalet üzerinde- yoğunlaşmak yerine , bu dünyada anlamlı bir insan olmanın koşullarını gerçekleştirmeye çalışıp , adalet kavramını doğa ve insan arasındaki bir köprü , bir barış gibi algılayarak yaşamayı ve ölmeyi bilmek , insanın en önemli başarısı olacaktır .
Sözkonusu ‘insan’ olsa da, sorunsalımız ‘insanlık’ olacak kadar büyümeli ve olgunlaşmalı . Oysa biz insana dönerken insanlığı , insanlığı irdelerken de insanı unutmuyor muyuz ? Koskoca bir kısır döngü yaratan insan yok ediyor . Yok etmenin kolaylığı ile yaratmanın sancısı içiçe …..Oysa hedef , tek insanın ve toplumun barışı, mutluluğu ….
Madem dünyadayız ve yaşıyoruz , bu umutsuzluk niye ? İnsanın başaracağı tek gerçek : Yaşamak .Yaşayarak meydan okuma ve özgür olma ve yaşamın anlam kazanması. Ve dünyayı , ondan hiçbir şey beklemeden severek mutlu olunması .Öyleyse yaşamdan vazgeçmek niye? Ne denli anlamsız gelirse gelsin, anlamsız olduğunun belirlenmesinin bile bir anlam yüklediğini unutmak niye? Yaşamak aslında başlı başına bir değer . İnsan , en koyu umutsuzluğun içinde bile umutsuzluğunu aşmaya çalışıyorsa , ölmeyi yeğlemiyorsa , yaşam o insan için anlamını koruyor demektir .Ve insanın yapabileceği -en doğrusu- de yaşam ötesini -bilemeyeceği için- sorgulamadan yaşamayı becermesidir .
Ölümsüzlüğün ve kahramanlığın peşinde koşacağına, insan elindekinin, olanaklı olanın tüketilmesine, değerlendirilmesine yönelse ve bunu yaparken de başka türden yaratmalara girişse ; bu gerekmekte …..
Böyle bir yaratma başkaldırmadır ve bu başkaldırış tüm insanlık adınadır . Bir zorbalık değil bir güçtür . Var olmanın koşuludur .
İnsanı Tanrının yerine koymak aptallık. Zira yaşamayı ve ölmeyi öğrenen insanın Tanrı olmaya gereksinimi olmaz. İnsanın Tanrıya ya da kilise gibi bir yetkeye ihtiyacı yok. Dünyaya, insana, yaşama duyulan sevgi ve saygı ,doğa ile insan arasında kurulan adalet köprüsü yeterli .
Hedefi mutluluk olan insan, dünyayı ondan hiçbir şey beklemeden sevmeyi becermelidi .