“Ne zaman ki yer müthiş bir sarsıntı ile sarsılır…
Ve insan “ne oluyor buna? der.”
Zilzal: 1-3
Aynı anda milyonlarca insan aynı soruyu sordu. Aslından sormak zorunda kaldı. Yaratıcı tarafından sormak zorunda bırakıldı. Çünkü biz bu soruyu sormuyorduk. Sormalıydık. Zamanında sormalıydık. Farklı biçimlerde sormalıydık. Her gün sorabilmeliydik.
45 saniye içinde milyonlarca kişinin zihnine şu takıldı: “Ne oluyor?”. Yer müthiş bir sarsıntı ile sarsılıyordu. Bu insana garip geliyordu. Bu sarsıntılara alışık değildik. Alışık olduğumuz ise yerin sarsılmaması idi. Kainattaki işleyen düzen, mükemmellik idi. Bu düzene bel bağlamıştık. Alışıp gitmiştik bu düzene. Bu alışkanlıkla “neden yeryüzü, dünya bu kadar mükemmel, üzerinde yaşadığımız gezegen nasıl oluyor da kainatın içinde sarsılmadan hareket ettirilebiliyor?” sorusunu sormuyorduk. Bu soruları sormayınca da yerin düzenliliğini, sallanmamasını Yaratıcının eseri ve yaratması olarak görmeyebiliyorduk.
Düzenli işleyiş, mükemmellik, kainattaki her varlığın bize kontrol altında tutulduğunu gösteriyor. Her şeyin kontrol altında tutulması insana güvenli bir kainatta yaşadığı izlenimini veriyor. İşte bu güven duygusunun sağlam bir şekilde yerleşmesi, kırılmadan ve incinmeden devam etmesi bu kontrolü mutlak özellikleri olan Yaratıcıya vermekle elde edilebilir. O’nun elinde olmayan, O’na atfedilmeyen, O’nun eseri ve sanatı olarak görülmeyen bir kainatta “her şeyde bir düzen vardır ve her şey kontrol altında tutulmaktadır” gerçekliği elde edilemez.
Deprem öncesi kainat algımız ve kendilik algımızın ne şekilde olduğu deprem sırasında ve sonrasında yaşanılanları belirler. Kendimizde her ne varsa hepsini, tümüyle kainattaki her ne varsa, her ne olay oluyorsa Yaratıcının eseri, sanatı, yaratması olarak algılamak yada benliğimizin kendimizi sahiplenmesi, kainattaki her nesneyi, her olayı, her varoluşu kendi kendine olan olaylar olarak görmek çok temel iki ayrı zıt hayat ve kainat algısıdır.
Kendi zihnimizde “normal” adını koyduğumuz düzenli işleyişi, olayları, durumları Yaratıcının eseri, yaratması olarak göremeyen bir insan deprem olayını da Yaratıcıya vermesi güçtür. Yaratıcı normal kainat işleyişinde bir değişme yapmıştır. Yeri sallamaz olarak yaratırken bir 45 saniye bu kanunda değişme yapmış ve yeri sallayarak yaratmıştır. Kainat işleyişindeki bu değişme insanların hayatlarında da ciddi kırılmaları, değişmeleri gündeme getirmiştir.
İnsanların hayat ve kainat algılarında deprem kadar ciddi kırılmalar yapan, kavramlarımızı yerler bir eden başka bir olay düşünemiyorum. Depremle Yaratıcı bize kendimizi tanımamız ve bunu sonucunda kişisel gelişimiz için bir fırsat verdi.
İnsanın kişisel gelişimi kendi insaniyetini fark etmesi, bu insaniyeti ile yüzleşmesi ile mümkündür. Bu olmazsa olmaz. İnsaniyetimizin içeriği de insan için sonsuz bir yaşam tasarlanarak belirlenmiştir. Yaratıcının insan için belirlediği bu sonsuz yaşam tasarısında dünyada biçilen zaman tam anlamıyla geçicidir.
Kainatın ve insanın hayatının düzenli işleyişinin Yaratıcının elinde olduğu gerçekliği ile, hayatın geçiciliğinin göz ardı edildiği yaşam biçimleri giderek kişiyi insaniyetinden uzaklaştırır. Bu gerçeklikler dışında yaşanan hayatlar anlık zevkler, menfaatler, arzular, gelip geçici hevesler doğrultusunda şekillenir. Kişiler arzularının kölesi konumuna gelir. Zevk olmadan hayat bunlar için anlamsızlaşır.
Görmezlikten gelinen yaşamın geçiciliğini fark etme ve kulak tıkanılan sonsuzluk istiyorum diyen insaniyetten fışkıran içsel sesi duyma içsel bir değişimi gerektirir.
İnsanın içsel değişimi benlik algısı ile hayat ve kainat algılarında yeni biçimlere geçme, daha doğrusu bu algıların Yaratıcının yarattığı biçime ulaşması veya yakınlaşması ile olur. Buna ulaşmak her zaman kolay değildir. Bu bir süreci gerektirir. Süreç ise zaman içinde işler. Çünkü insanın içindeki benlik duygusu buna izin vermek istemez. Çünkü sahip olduklarının kendine ait olmadığını görmek istemez.
Kimi zaman olur ki insana öyle şeyler yaşatılır ki bu değişimin zamanı ve süreci çok kısalır. 45 saniyelik deprem bizim için 45 saniyelik bir terapi de olur. Hayat boyu sürecek korku kaynağı da.
Hayatın en kısa fakat en etkili terapisinde Yaratıcı bizi eğitmek istedi. Bizim aslında kim olduğumuzu, güçsüzlüğümüzü, ölümlü bir yaşamı yaşadığımızı ama duygularımızın, içsel sesimizin sonsuzluğu istediğini bize yaşattı. Hayatın kontrollü bir şekilde akıp gitmesinde bizim etkimiz tam tamına anladık ki bir hiç imiş.
Hayatın bizim kontrolümüzde olmadığını anladık. İşte psikiyatrik sorunların gelişip gelişmeyeceğini belirleyecek kritik nokta burası. Her insan bu noktada şimdi müttefik. Şimdi kimse hayatımın kontrolü benim elimde diyemiyor. Lakin insanın içsel sesi her şeyin kontrol altında tutulmasını istiyor. Her şey kontrol altında tutulmalı diyor içsel bir ses. İşte burada insanlar ikiye ayrılıyor. “Hiç bir şey kontrol altında değil. Her an her bir şey olabilir.” İnsan böyle düşündüğünde zihninde binlerce ihtimal beliriyor. O olursa bu olur. Bitmek bilmeyen kurgular başlıyor. Bunun sonucu kaygılar, endişeler, kuruntular, vehimler, vesveseler, duygusal sıkıntılar, gerginlikler boy gösteriyor Böyle düşünmenin öncülü deprem olmadan önce de o görünür düzenliliği Yaratıcıdan bağımsız olarak düşünmekten kaynaklanıyor.
Başka bir bakış açısı ise “her olayın Mutlak Yaratıcının kontrolünde” olduğuna inanmak. Deprem öncesi düzenlilik, yerin sallanmaması da O’nun eseri ve yaratması, yerin sallanması da Onun eseri ve yaratması olarak algılamak.
Bu iki bakış açısı depremle ilgili uzantılı diğer konularda da kendini gösteriyor. Şimdi hayata ve kainata bakış açısı ne olursa olsun her insanın müttefik olduğu bir başka konu daha var: hayatın geçiciliği. Bu gerçek insanın içindeki sonsuzluk istiyorum diyen içsel sesle karşılaşınca insanı incitiyor. Bir acı kaynağı oluyor. Deprem öncesine kadar zaten bu gerçekle yaşayan, ölümü hayatlarının gündeminde tutan insanlar için bu geçicilik gerçeği insanda onulmaz yaralar açmıyor. İnsanı Yaratıcısına daha çok yakınlaştırıyor. Ondan daha çok medet arar hale getiriyor. Ölümle bu ciddi yüzleşmelerimiz bizi onu daha çok düşünmeye, hayatın içine daha çok katmaya, onu hesaba katarak hayatımızı düzenlemeye sevk ediyor ki bu insanı hayatı Yaratıcının yarattığı ve nasıl yaşanılmasını belirlediği biçim ve forma daha çok yakınlaştırıyor.
Ölüm ve ölüm sonrasını hiçlik ve yokluk olarak algılayan, ölümü ve hayatı Yaratıcıdan bağımsız düşünmek isteyen insanlar için ölümle burun buruna yaşanan şu günler duygularda tam bir incinme, yaralanma, dayanaksızlık, kimsesizlik, sahipsizlik olarak biçimleniyor.
Özetle deprem insanın dünyasında önemli bir yer tutan her şeyin kontrol altında tutulması ihtiyacını, ölümü, ölümün ve hayatın anlamını, hayatın geçiciliğini, kısaca hayat ve kainat ile ilgili bir çok kavramı yeniden düşünmeye itti bizi. Kendi benliğimizin, arzularımızın, narsizmimizin bize verdiği anlamların kofluğunu anlattı. Yaratıcının belirlediği kavramların mutlak gerekliliğini farkettirdi.
Kavramlardaki kırılmalardan kimi insanlar da rahatsız oldu. Benliğine, narsizmine tutkun ve hiçliklerine karşı kendilerini dayanak noktası alan insanlar bir hiç olduklarını anladıklarında ve kendilerinden bir medet bulamadıklarında benliklerinde bir incinme yaşadılar. Hayatlarına katmadıkları Yaratıcıya karşı bir öfke bile duydular. Aslında öfkeleri kendi acizlikleri ve hiçlikleriydi. Bu kişilerin yeni kavramsal değişmeler yaşayabilecekleri zor gibi görünüyor. Çünkü tam bir bağla bağlandıkları, tutkun oldukları içlerindeki benlik buna izin vermeyecektir. Her ne kadar içsel sesleri Mutlak bir Varlığa onları çağırsa da. Bu sese kasten kulak tıkayacakları anlaşılıyor.
Sonuçta hayat bir tercihtir. Kendi benliğimizin ve arzularımızın kavramlarından vazgeçip Yaratıcının kavramlarına sığınmak bir tercihtir. Kendimizin Yaratıcı karşısında bir hiç olduğumuzu, O’nun karşısında hiç olduğumuzu anlamakla varlık kazandığımıza inanmak ve böyle yaşamakta, ya da hâlâ kendimizden medet beklemek te bir tercihtir. Yaratıcı 45 saniye içinde önemli tercihlerle yüzleştirdi bizi; ya sonsuz yokluk ve karanlık, ya sonsuz aydınlık ve varlık kazanmak. Hâlâ elimizde bir tercih imkanı var. Başka bir sallantı gelmeden.
* Psikiyatrist
Dr. Mustafa ULUSOY*